Haberlerimizi okuyarak ve paylaşarak bize destek olabilirsiniz.

Okuma Köşesi

Türk Kızılayı

Yayınlandı

tarihinde

TÜRK KIZILAYI’NIN KURUCUSU: DR. ABDULLAH BEY

Kuruluşda İlk Adımlar

Türkiye’de Kızılaycılığın  kurulmasında ilk fiili adımı atan Macar asıllı bir Osmanlı albayı olan Dr. Abdullah Bey olmuştur.

Türk Kızılayı

Osmanlı hükümeti bu zatı, “1867 Paris Sergisi” ne delege olarak göndermişti. Abdul­lah Bey, sergi münasebetiyle Paris’te toplanan Milletlerarası Sıhhî Yardım Komitesi’ne ka­tılmış, Türkiye’nin daimî temsilciliğine seçilmiştir. Kendisine, 19 eylül 1867 tarihinde Mil­letlerarası Yardım Komitesi Başkanlığı’ndan, Osmanlı imparatorluğu içinde yaralılara yardım derneği kurulması için vekâlet de verilmiştir.

Abdullah Bey, Paris’ten döndükten sonra yaptığı teşebbüslerde karşısına iki engel di­kilmişti: Teşkilatın sembolü olan haça karşı duyulan antipati ve ordu çevrelerinden gelen güvensizlik. Abdullah Bey bu sert tepkilere  rağmen yılmadan çalıştı ve neticede Serdâr-ı  Ekrem Ömer Paşa’nın himaye­sini sağladı. Devrin hükümdarı Sultan Aziz ve Pertevniyal Vâlide Sultan da teşebbüsle ilgi­lenerek, himaye ve teşviklerini esirgemediler. Böylece, adım atılmış oldu. Kurulan der­neğe, ilk hamlede 43’ü doktor olmak üzere 66 üye kaydedildi. Ancak çok geçmeden 22 ağustos 1864 tarihli diplomatik Cenevre Sözleşmesi’ne imza koymanın yeterli  olmayacağı, fiilen de harekete geçmenin kaçınılmazlığı açıkça anlaşılmıştı.

Kızılayın Kuruluşu

Bu gayretler neticesinde Serdâr-ı Ekrem Ömer Paşa’nın himayesinde ve Osmanlı Or­duları Askerî Sağlık Servisleri Umumî Müfettişi Marko Paşa’nın fahrî başkanlığında ve albay Dr. Abdullah Bey’in geçici genel sekreterliğinde olmak üzere  bir komite kuruldu. Buna ait protokol de 11 haziran 1868 tarihinde imzalanarak ilgili devletlerin üye derneklerine tamim edilmek üzere Cenevre’deki merkeze de gönderildi.

Protokolun imzasına rastlayan 11 haziran 1868 tarihi, Türkiye’de Kızılaycılığın fiilen kuruluş tarihi olarak kabul edilmiştir.

Taahhütname için bir de komisyon teşkil edildi. Statüyü hazırlayacak  ilk tarihî komis­yonun üyeleri şunlardı:

Dr. Salih Bey, Dr. Mavrosayin, Dr. A. de Castro.

Cemiyetin ilk toplantısından sonra bir yandan geçici yönetim kurulu oluşurken, bir yandan da kuruma nizamname hazırlayacak bir komisyon kuruldu. Öte yandan, Avrupa’da devlet başkanlarının Kızılhaç’a verdikleri önem göz önüne alınarak, Sultan Abdülaziz’in yanısıra, annesi Pertevniyal Valide Sultan’ın da bu kuruluşa desteğini sağlandı.

İlk toplanan heyetin geçici idare kurulunu da şu zevat teşkil etmiştir:

Reis                            : Dr. Marko Paşa

Reis vekili                   : Dr. Mongeri

Umumî Kâtip             : Dr. Abdullah Bey

Kâtip Yardımcısı        : Dr. Lionides

Veznedar                    : Charles Curtis

Abdullah Bey, geçici komitenin taahhütname ve kurucular listesini “Milletlerarası Ya­ralılara Yardım Dernekleri Yüksek Komitesi Başkanlığı”na 20 haziran 1868 tarihli bir mek­tupla gönderdi. Daha sonra, hazırlanan tüzük incelenip onaylanmak üzere hükümete  sunuldu.

Tüzük, mütalâası alınmak üzere evvelâ zamanın askeri yetkililere  gönderilir. Ne yazık ki bu makam, teşebbüsü, “sivillerin askerlik işlerine karışması” olarak nitelemişti. Bu mütalâa üze­rine hükümet de çekingen davranınca bu ilk teşebbüs bu noktada duraklayıp kaldı.

Bu arada Kızılaycılığın en büyük kaybı da bu fikrin Türkiye’deki bayraktarı Albay Abdullah Bey’in 1874 yılında hayata gözlerini kapaması oldu.

Abdullah Bey’in vefatına, haça karşı duyulan alerji ve cemiyetlere karşı ürküntü de eklenince dernek, hiçbir fiilî harekette bulunmadan faaliyetini tatil etmeye mecbur oldu.

Yeniden Diriliş

93 Harbi’nde hasta ve yaralı savaşçıların milletlerarası bu derneklerden üye devletlere yapılan büyük yardıma karşılık Türkler’in pek az faydalanabildiğini görenler, Kızılaycılığın büyük önemini takdir edebildiler.

İlk olarak “Cemiyet-i Tıbbıye-i Şâhâne” üyelerinden Dr. Peştemalcıyan Efendi te­maslara geçti. Zamanın sadrâzamı Rüşdü Paşa’nın da himayesini sağlayarak “Mecrûhîn ve Zuafây-ı Askeriyeye İmdat ve Muavenet Cemiyeti” nin resmen kurulması için faaliyete gi­rişti. Bu maksatla Mekteb-i Tıbbıye ile hükümet dairelerinden, tıbbî ve sıhhî cemiyetlerden üyeler temin ediliyordu. Bu hazırlıklar tamamlandıktan sonra ilk toplantı 13 ağustos 1876 tarihinde tıbbiye salonunda Marko Paşa’nın başkanlığında yapıldı.

Bu toplantıda ilk kabul edilen, kızıl  haç yerine kızıl ay işareti kullanılması oldu. Bir  yandan da beyaz zemin üzerine kırmızı hilâl  işaretinin tescili için Cenevre’deki umumî mer­kez delâletiyle bütün devletlere müracaat edildi.

İlk Resmi Toplantı

Bu siyasî yazışmalar devam ederken, derneğin tüzüğü tanzim edilerek Bâbıâlî’ye tak­dim edilmişti. Haç yerine “hilâl” in amblem olarak alınacağı hakkındaki karar üzerine harbiye nezareti, hükümet  namına nizamnameyi kabul ve tasdik etti. Devletlerin çoğu, bilhassa o ta­rihte harp halinde bulunduğumuz Rusya da hilâliahmer (Kızılay) amblemini kabul ettiğini bildirdi.

Derneğin bütün kurucuları 14 nisan 1877 tarihinde toplanarak idare heyeti seçimini yaptılar. Bu toplantıya da Marko Paşa başkanlık etti. Dernek ikinci toplantısını  19 nisan 1877 tarihinde yapmıştır. Bu toplantıda da “Mecrûhîn ve Zuafây-i Askeriyeye İmdat ve Muavenet Cemiyeti” adı, “Hilâliahmer Cemiyeti”ne çevrildi.

Tekrar Duraklama

“Hilâliahmer”in bu hızlı ve verimli gelişmesi Ruslar’la barış  andlaşması imza edil­dikten sonra durmuş, artan para Osmanlı Bankası’na yatırılmış, dernek yeniden dağılmış ve eski uykusuna dalmıştır.

Derneğin bu defaki uykusu 20 yıl kadar sürmüştür. Ta, 1897 Yunan muharebesine ka­dar. Harp patlak verir vermez alelacele faaliyete geçilmiş, sağ kalanlardan üye seçimleri yapılmış, vefat edenlerin yerine yenileri getirilmiştir. Derneğe, eski  heyetin ikinci reisi Nuriyan Efendi başkanlık etmiş ve savaşta faydalı olmuştur. Fakat Yunan harbi sona erer ermez der­nek faaliyetine yeniden son vermiş veya  verdirilmiş, Meşrutiyet’in ilânına kadar hiçbir ça­lışma eseri göstermemiştir.

Meşrutiyet Devri

1908 Meşrutiyetinin ilânından sonra Hilâliahmer Cemiyeti de hatıra gelmiş, teşebbüs­lere geçilmiştir. Bu teşebbüsün başında Dellasuda Faik Paşa vardır. Paşa, etrafına topladığı idealistlerle derneği yeniden diriltmek için bir hayli gayret sarf etmiş, fiilen kurmaya muvaf­fak olamamıştır. Bununla beraber derneği yeniden diriltmek için gerekli zemini hazırlamış ve olgunlaştırmıştır.

1911 yılında ise eski hariciye nazırı ve Paris Sefiri Rifat Paşa’nın refikasının ortaya atıldığını görüyoruz. Bu müteşebbis hanımefendi, kendi insiyatifiyle  bir heyet teşkil ederek bu hayır kurumu namına kısa zamanda beş bin altın toplamaya muvaffak olmuştur.

Son Ve Kesin Kuruluş

Hilâliahmer fikrinin yeniden dirilmesi uğrunda bu Türk hanımının tek başına öncülük yapması birçok çevrelerin uyanıp  harekete geçmesi için güzel bir örnek teşkil etmiştir.  Ça­lışmalar yeniden hızlanmış, Besim Ömer, Esad, Mehmed Ali, Ali Galib, Kasım, İzzeddin Beyler’le, Hariciye Nezareti Umur-i Siyasiye Müdürü Salih Bey’den teşekkül eden komisyon, Besim Ömer Paşa’nın evinde yaptığı müteaddit toplantılar neticesinde bir tüzük hazırlamış ve bu tüzük Şûrây-ı Devlet tarafından onaylanmıştır.

Dernek, sağladığı yüz müessis üye ile ilk toplantısını 20 nisan 1911 tarihinde Tokatlıyan Oteli salonunda yapmıştır. Sadrâzam Hakkı Paşa’nın açış nutkundan sonra yapılan oylamada Hakkı Paşa başkanlığa, 30 kişi de umumî merkez üyeliğine seçilmiştir. Devrin pa­dişahı Sultan Reşad derneği himayesinde almış, veliahd Yusuf İzzeddin Efendi de yeniden canlanan HilÂLİAHMER Cemiyet’inin fahrî başkanlığını deruhde etmiştir.

Bundan sonra çeşitli devirlerde faaliyetini  aksatmadan devam ettirmiştir.

1864 Cenevre Sözleşmesine Türkiye 1865 tarihide imza koymuştur. Türkiye’ye kı­yasla Rusya 3, Romanya 10, Amerika 20, Japonya 22, Almanya 42 yıl gecikerek bu sözleş­meyi imza etmişlerdir.

Türkiye’de yaralı ve hasta askerlere yardım cemiyetinin kuruluşu 1868’dir.  Bu tarih Kızılay’ın kuruluş yılı olarak kabul edilmiştir.

Cenevre Sözleşmesi’nin tarihi (1865) başlangıç tutularak diğer bazı devletlerin kaç yıl sonra yurtlarında bu dernekleri kurmuş olduğunu da inceleyelim: Romanya 12,  Yunanistan 13, Macaristan 17, Bulgaristan 21, Japonya 23 yıl sonra bu dernekleri ancak kurabilmişlerdir ki Türkiye, bütün aksamalara rağmen bu insani hamlede başta gelen devletler arasındadır.

Dr. Abdullah Bey  (Karl Edward Hammerschmidt)

Şimdi de Kızılay’ımızın kurucu başkanından bahsedelim.

Avusturya-Macaristan imparatorluğu 19.y.y. Avrupası’nın en büyük devletlerinden biri idi. Çok uluslu yapıya sahip olup, Habursburg Hanedanı tarafından yönetiliyordu. Habursburg’ların en büyük korkusu 1789’da Fransız İhtilali ile dünya gündemini işgal eden Ulusçuluk Hareketleri idi. Çağın yükselen değeri olan ulusçuluk çok uluslu devletler için yıkım olarak kabul ediliyordu. Osmanlı Devleti, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Çarlık Rusyası hep bu ulusçu eylemleri imparatorluk hukuku açısından tehlikeli buluyorlardı. Avrupayı kasıp kavuran ulusçu hareketler 1830’da  Liberal Ayaklanma olarak başladı. 1848’de ise Özgürlükçü ve Ulusçu akım olarak devam etti. Kimi Avrupa ülkeleri ulus bazında özgürlükçük akımların ışığında yeniden yapılanırken Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bu yeni akıma  direniyordu.

İşte kahramanımız Abdullah Bey’in öyküsü bu yıllarda başlar. O 1799 yılında Karl Edward Hammerschmidt adı verilerek  Viyana’da doğdu. Öğrenimini Viyana Akademisinde yaptı. Mineroloji, Jeoloji ve Fosil Bilim Dalında uzman olan Karl Edward, Viyana’da bir de Ziraat Dergisi çıkarmaya başladı. Akademik çevrelerde sözüne başvurulan, ilmine güvenilen saygın bir kişilik geliştirdi.

1848’de Macaristan’da Kont Koşot’un önderliğinde başlayan Macar Ulusçu eylemlerinin yanında yer aldı. Avusturya, Macaristan’da başlayan ayaklanmayı çok kanlı bir şekilde bastırarak Kont Koşot’u ve dava arkadaşlarını idam ettirirken 30 tane Macar, Osmanlı Devleti’ne sığındılar. Bunlar arasında bizi yakından ilgilendiren iki tanıdık isim vardır. Biri İstanbul Divan Edebiyatının ünlü kadın ozanlarından Şair Nigar’ın babası Macar Osman, diğeri ise Karl Edward idi.

Macar hükümeti bu otuz kişiyi Osmanlı Devleti’nden resmen istedi. Osmanlı Devleti ise İngiliz elçisi Palmerston’a durumu bildirdi. Bu olayda İngilizler, Osmanlı’ların yanında olacağını söylediler. Böylece Osmanlı Devleti’de otuz kişiyi siyasi mülteci olarak kabul etti.

İngiltere 13. yy’da ilan edilen Manga Carta’dan bu yana parlementer düzene ve ulusçuluğa yatkın olduğundan İngiliz kamuoyunda bu tür eylemler hep kabul görüyordu. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin bu jesti İngiltere tarafından büyük bir hayranlıkla ve taktirle karşılandı. O kadar ki Oxford Üniversite öğrencileri Osmanlı Büyükelçisinin arabasını çeken atları açarak arabayı kendileri taşıdılar.

Tüm Londra halkı büyükelçiyi çiçek ve konfeti yağmuruna tuttu.  Bu olayla Avrupanın ulusçu çevrelerinde Osmanlı saygınlığı artmış oldu.

Bu mültecilerin içinde bulunan Karl Edward İslam dinini kabul ederek Abdullah ismini aldı. Osmanlı Devleti Abdullah’ı önce kaymakam  (yarbay), sonra da kolonel (albay) rütbesine terfi ettirdi.

Abdullah, İstanbul Mekteb-i Tıbbiyesinde Jeoloji ve Mineroloji (Tabakatül arz-ı vel maadiin) dersleri vermeye başladı.  O yıllarda tıp okulunda Fransızca öğretim görülüyordu. Çok  iyi Fransızca bilen Abdullah Bey öğrenciler için mükemmel bir öğretmendi. Zaman zaman Boğaziçinde öğrencilerine ilmi geziler düzenlerdi. Bu gezilerin sonunda Boğaziçinin Devonien  bir arazi yapısı olduğunu tesbit etti.  Bu arada o güne kadar bilinmeyen çok yeni bir fosil buldu. Bilim dünyasında Trilobites Abdullahi adı ile anılan bu fosil kısır, kabuklu, artroport cinsinden bir hayvana aitti. Halen onun  adı ile anılmaktadır.

Abdullah Bey topladığı binlerce fosil ile İstanbul’da Mektebi Tıbbiyeye bağlı bir doğal tarih müzesi de kurmayı başardı. Bu müze daha sonra Fen Fakültesi Jeoloji Bölümü’ne devredildi. Fakat büyük Vefa Yangını sırasında bu müze de tamamen yokoldu. Yine Abdullah Bey bir Jeoloji ve Mineroloji kitabı yazdı. Bu kitap İbrahim Lütfü Paşa tarafından Türkçeye çevrildi.

1850’de Mekteb-i Tıbbiyeyi Şahane’de İlm’ül Hayvanat (Zooloji), İlm’ül arz vel Maadin (Jeoloji) dersleri verdi. Dış baskıların etkisi ile Şam Askeri Hastanesine atandı ve orada islamiyeti kabul ederek Müslüman oldu. Daha sonra Kırım Savaşında Osmanlı Ordusunda hekimlik yaptı. Akabinde miralay rütbesi ile İstanbul’a döndü. Gülhane ve Haydarpaşa Hastanelerinde  çalışırken Tıbbiyeye geçerek orada  öğrencilere ders verdi.

Türk Kızılay Tarihinde Abdullah Bey’in unutulmaz bir yeri vardır. Avrupa’da Kızılhaç Teşkilatı kurularak Cenevre Sözleşmesi imzalanmıştı. Abdullah Bey, Osmanlı Devletinde de böylesi bir kurumun oluşmasına ve Osmanlıların da Cenevre Sözleşmesine imza atmasını istiyorlardı. Kendisine bu konuda, Mektebi Tıbbiye Nazırı Makro Paşa, Serdarı Ekrem Ömer Paşa, Kırımlı Öğretmen Dr. Aziz Bey, Veli Paşa ve Ethem Paşalar yardım ettiler. Böylece Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti adı ile uluslararası  ilkeleri benimseyen İnsani Yardım Kuruluşu doğmuş oldu. Cemiyetin adı Cumhuriyet Döneminde büyük önderimiz Atatürk tarafından dil devrimi doğrultusunda KIZILAY olarak değiştirildi.

Abdullah Bey öldükten sonra Osmanlı Devleti onun Viyana’da yaşayan eşine emekli maaşı bağladı.  Bu maaş 1928’de madamın ölümüne kadar devam etti. Hem Osmanlı, hem de Cumhuriyet yöneticileri Abdullah Bey’e duydukları vefa borcunu unutmamışlardır. 

KAYNAKLAR

1- Kızılay’ın Yüzüncü Yıldönümü. Sadi Borak. Hayat Tarih Mecmuası. Sayı:5, Haziran 1968.

 

2- Türkiye Kızılay Tarihine Giriş. Dr. Orhan Yeniaras. Kızılay Bayrampaşa Şubesi Yayını. İstanbul, 2000.

 

3- Hilal-i Ahmer’den Kızılay’a. Prof. Dr. Seçil Karal Akgün ve Em. Öğr. Gör. Murat Uluğtekin. Kızılay Yayını, 2000.

 

 Yazar: Prof.Dr.Sefa SAYGILI



Yorum yapmak için tıkla

Bir Yorum Bırak

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Okuma Köşesi

Gevrekli Mahallesinde Murat Doğruöz İntihar Etti

Yayınlandı

tarihinde

Konya’nın Seydişehir ilçesi Gevrekli mahallesinde Murat Doğruöz gece saatlerinde intihar etti.

İntihar sebebi henüz bilinmezken son whatsapp durumunda Konya Şeker sebep oldu ifadesi dikkat çekti.

 

Okumaya Devam Et

Okuma Köşesi

Kleptokrasi

Yayınlandı

tarihinde

Kleptokrasi

Kleptokrasi , siyasette, öncelikle yönettikleri kişilerin zararına kişisel kazanç peşinde koşan bireyler tarafından yönetilen bir yönetim biçimi. Kleptokrasi, hem tek tek ülkelerde hem de uluslararası alanda büyük bir sorundur; çünkü kleptokratik ülkeler geniş çapta yıkıcı politikalar benimseme ve uluslararası kurumları yıkma eğilimindedir. Bazen “dekleptifikasyon” olarak da adlandırılan kleptokrasiyi kökünden sökme süreci, yolsuzlukla mücadele savunucuları için büyük bir projedir.

Kleptokrasinin özellikleri

Kleptokrasi, hükümet yolsuzluğunun bir biçimidir , ancak bir politikacının rüşvet alması gibi daha tipik örneklerden farklı olarak kleptokrasi, siyasi liderleri zenginleştirmek için hükümetin yetkilerinin sistematik olarak kullanılmasını gerektirir. Kleptokratik yöneticiler nadiren iyi yönetimle ilgilenirler ve resmi görevlerini ihmal etmeleri veya ihlal etmeleri genellikle ekonomik ve sosyal işlevsizliğe yol açar. Kleptokratik liderler yani kleptokratlar, iktidarlarını sürdürmek için ülkelerinden çaldıkları kaynakların yanı sıra yıktıkları kurumları da kullanırlar.

Kleptokrasi, siyasi liderlerin gücünü sınırlayacak ve onları halka karşı sorumlu tutacak güçlü demokratik kurumların bulunmadığı ülkelerde ortaya çıkma eğilimindedir. Doğal olarak otoriter rejimlerle, özellikle de diktatörlüklerle ilişkilidir , çünkü bu hükümetlerdeki liderler, yönettikleri insanlara karşı büyük ölçüde sorumlu değildir. Kleptokrasi ve otoriterlik birbirini güçlendirebilir çünkü ekonomik kaynakların daha fazla ele geçirilmesi, siyasi gücün daha fazla ele geçirilmesine olanak tanır ve siyasi gücün daha fazla ele geçirilmesi, kaynakların daha fazla ele geçirilmesine olanak tanır. Kleptokrasi, doğal kaynaklar açısından zengin ülkelerde de yaygındır ve kontrolü bu tür ülke liderlerinin servetlerini artırmasına olanak tanır.

Kleptokrasi, plütokrasiyle ya da zenginlerin yönetimiyle yakından ilişkilidir. Yöneticileri zenginleştirmek için kullanılan yöntemlerin yasallığına bağlı olarak ikisi arasında bir ayrım yapılabilir. Kleptokraside yöneticiler, ülkelerinin zenginliğini zimmete geçirmek veya suiistimal etmek için siyasi kurumları çökertirken , plütokraside zenginlik, kamusal ve yasal yollarla yönetici sınıfa aktarılır. Kleptokratlar genellikle servetlerini gizler ve onu nasıl elde ettiklerini gizler ; tekrar ele geçirilmesini önlemek için sıklıkla onu başka ülkelerde istiflerler. Bu farklılıklara rağmen, plütokratik ve kleptokratik uygulamalar aynı hükümet içinde bir arada var olabilir.

Günümüz dünyasında kleptokrasi

Artan küreselleşmenin kleptokratların servetlerini saklamasını ve korumasını kolaylaştırması nedeniyle, kleptokrasi 20. yüzyılın sonlarında ve 21. yüzyılın başlarında büyük bir sorun haline geldi . Kleptokratlar, kendi ülkeleri dışındaki ülkelere büyük yatırımlar yapıyor ve itibarlarını korumak için sıklıkla hukuk ekipleri, lobiciler, sözcüler ve diğer temsilcileri işe alıyorlar. Her ne kadar kleptokrasi, demokratik kurumları zayıf olan veya hiç olmayan ülkeleri sıklıkla etkileyen bir sorun olsa da, zengin ve köklü demokrasiler bile yabancı kleptokratların kendi demokrasilerinin finansal kurumlarını kullanmalarına izin vererek etkili bir şekilde olanak sağlamıştır. New York City , Londra ve Los Angeles gibi zengin demokrasilerdeki büyük şehirler, kleptokratların aklanan zenginliklerinin ortak varış noktalarıdır. Her yıl milyarlarca dolar yasa dışı fon, gelişmekte olan ülkelerden zengin ülkelerdeki bankalara ve denizaşırı vergi cennetlerine gidiyor.

Pek çok ülke 20. yüzyılda kleptokrasiyle mücadele etti; bunlara Pres yönetimindeki Zaire (şimdiki Demokratik Kongo Cumhuriyeti ) de dahil.  21. yüzyılda, belki de yaygın olarak kleptokratik olarak kabul edilen en güçlü ülke, ülkeyi 1999’dan bu yana cumhurbaşkanı veya başbakan olarak yöneten Vladimir Putin yönetimindeki Rusya’dır . Rusya üzerinde 2015 yılında tamamlanan bir araştırma, Rusya’nın yüzde 52’sinin Ülkenin zenginliği yurtdışında tutuldu. Rusya’daki zengin oligarkların çoğu, hükümet bağlantıları aracılığıyla kendilerini zenginleştiren eski hükümet yetkilileri veya (Putin dahil) KGB ajanlarından oluşuyor. Ayrıca küresel kleptokrasinin siyasi kurumların zayıflaması ve iyi yönetişim uygulamaları dahil olmak üzere zararlı etkileri, ABD dahil büyük ekonomilere sahip diğer ülkelerde de artıyor . Küresel kleptokrasinin birbirine bağlı ağı, paravan şirketlerden, şeffaf olmayan finansal araçlardan ve dünyanın en zengin ülkelerindeki gayrimenkul ve işletmelere yapılan gizli yatırımlardan oluşuyor .

Her ne kadar pek çok hükümet yolsuzlukla mücadele etmek veya kamulaştırılan serveti yeniden tesis etmek için tasarlanmış yasalar çıkarmış veya programlar oluşturmuş olsa da, uzmanlar ve aktivistler çok daha fazlasının yapılabileceğine inanıyor. Finansal şeffaflık (zenginliğin saklanmasını veya kökenlerinin gizlenmesini zorlaştıran bir dizi uygulama) yolsuzlukla mücadele aktivistlerinin temel hedeflerinden biridir. Pek çok aktivist, yolsuzluğa hoşgörü gösterilmesinin yolsuzluğun kurumsallaşmasına yol açtığını ve bu nedenle her düzeyde yolsuzluğa karşı bir kültür yaratmak için yeni yasa ve normlara ihtiyaç duyulduğunu savunuyor. Bununla birlikte, dekleptifikasyon her zaman son derece zorludur çünkü reformculardan ve halktan sürekli destek gerektirir ve çoğu zaman şiddetli bir tepki riski taşır.

Okumaya Devam Et

Okuma Köşesi

Facebook hakkında bilgi: Kuruluşu, sahibi tüm detaylar

Yayınlandı

tarihinde

Facebook hakkında bilgi: Kuruluşu, sahibi tüm detaylar

Facebook, Meta Platforms’a ait bir sosyal medya platformudur . 2004 yılında Harvard Üniversitesi öğrencileri Mark Zuckerberg , Eduardo Saverin, Dustin Moskovits ve Chris Hughes tarafından kuruldu . Facebook’un öncüsü, Harvard öğrencilerini çekiciliklerine göre yargılamak için tasarlandı, ancak hizmet yalnızca iki gün sonra kapanmak zorunda kaldı. Zuckerberg onun popülaritesini gözlemledi ve Facebook adını alan yeni bir sosyal ağ yarattı.

Yeni hizmete kaydolan Harvard öğrencileri, fotoğraflarını ve durumlarını kamuya açık olarak yayınlayabiliyordu ve 2004 yılına gelindiğinde 34 okuldan 250.000’den fazla öğrenci bir hesap oluşturmuştu. Aynı yıl Facebook, üyelerin profillerine, kullanıcıların arkadaşlarının bilgileri doğrudan kendi sayfalarına göndermesine olanak tanıyan bir “Duvar” özelliği ekledi.

2006 yılında Facebook, kullanıcı tabanını 13 yaşın üzerindeki herkesi kapsayacak şekilde genişletti. Birçok şirket platforma katıldı ve onu pazarlama ve tüketici katılımı için kullandı. Aynı yıl, Facebook’un kullanıcıların diğer kullanıcıların değişikliklerini gerçek zamanlı olarak takip etmesine olanak tanıyan “Haber Kaynağı” özelliğini tanıtmasıyla gizlilik bir sorun haline geldi. Birçoğu bunun gizliliklerine tecavüz ettiğini hissetti ve Facebook buna yanıt olarak gizlilik özelliklerini güncelledi. 2008 yılında Facebook internette en çok ziyaret edilen sosyal medya sitesi oldu .

Zamanla kullanıcılar Facebook’u siyasi olarak örgütlenmek için kullanmaya başladı ve çeşitli siyasi bağlantıları desteklemek için birçok grup oluşturuldu. Platform, özellikle 2016 ABD başkanlık seçimleriyle ilgili olarak yanlış bilgilerin yayılmasını kolaylaştırdığı için eleştirildi .

2021 yılında Facebook, ana şirketinin adını Meta Platforms olarak değiştirdi. Yeni isim, şirketin sanal gerçeklik girişimlerine verdiği önemin göstergesiydi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar