Haberlerimizi okuyarak ve paylaşarak bize destek olabilirsiniz.

Bilim

İnsanlığın ömrü kaç yıldır?

Yayınlandı

tarihinde

Kıyametin kopacağı konusunda dinimizde şüphe olmadığı gibi, günümüz ilmi araştırmalar da görüş birliğindedir. Ancak zamanlama konusunda farklı tefsir ve yorumlar yapılmaktadır.

İnsanlığın ömrü kaç yıldır?



Bu konu da Kur’an, kıyamet anının Allah’ın ilminde olduğunu bildirmiştir. Ayrıca kıyametin alametlerini ve oluşumu esnasındaki tasvirine geniş yer vermektedir. Hadislerde de kıyamet alametlerine geniş yer verilir. Adeta kansere yakalanmış yetmişlik bir ihtiyarın ölüm sinyallerinin raporize edilmesi gibi.

Kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allah bilir.

Bazı müfessirlere göre müteşabih ayetleri Allah’ın bildirdiği, bazı ilimde derinlik kazanmış ulemanın da bilebileceği bir gerçektir.

Bu açıdan baktığımız da “Yaş ve Kuru” her şeyin bulunduğu Kur’an’dan ve kıyametle ilgili bazı hadislerden kıyametin zamanı ile ilgili yerleri tefsir ve şerh eden ulemayı görmekteyiz. Bu ayet ve hadislerin işaretlerinden kıyametin 150-200 sene sonra kopabileceğini çıkarmışlar.

Ancak bu anlayışlar geleceği bilmek manasına gelmeyip, ayet ve hadislerin işaretlerini anlamaktır. Allah’ın koyduğu işaretleri bulmaktır.

Özet olarak, Peygamberimiz (A.S.M.)’in zaten ahir zaman peygamberi oluşu, yeni bir peygamber kapısının kapanması, dünyamızın ve evrenin yüzlerce hastalıkla yüz yüze gelmesi, güneşteki siyah lekelerin büyümesi, termodinamiğin ikinci kanununun işlemesi (ısı kaybetmesi), fizik kurallarına göre dünyanın mucize eseri yaşantısına devam etmesi birer gerçektir.

Müfessirlerin ve günümüz ilmi araştırmalarının ortak görüşü, dünyanın ömrünün gittikçe yaklaştığı yönündedir. Kur’an’da: “Kıyamet yaklaştı” diyerek aynı kelimeye vurgu yapmaktadır. Kimi altmış yıl, kimi yüz yıl, kimi yüz elli, kimi de başka bir rakam söyler. Bunların ortak yönü, kıyametin yakın ve kaçınılmaz olmasıdır. Bu bizi korkutmamalı ve tanbelliğe sevk etmemelidir. Çünkü “Yarın kıyamet kopsa elinizdeki  fidanı dikin” hakikatı var.

Şu da bir gerçektir ki Kıyamet yok oluş değil, ahiret alemine açılacak bir kapıdır.

İlk insan Hz. Adem (as)’dan bu yana ne kadar zaman geçmiştir? Ve bu hususta ileri sürülen yüz binler yıllık tarihler, ne derece doğrudur?

Bugünkü kabule göre, dünya beş milyar yıl önce sıcak ve yoğun bir gaz kümesi idi. Dört milyar yıl önce ise, koyu bir ateş topu halinde bulunuyordu. Hayat ise, tek hücrelilerin ortaya çıktığı bir milyar yıl öncesine dayanıyor.

Bu tahmin, çağlar boyunca zamanın hep aynı aktığı ve sabit kaldığı düşünülerek yapılıyor. Hâlbuki zamanın değişken bir boyut olduğu ve onun, atomda, ışınlarda, olayların başında ve sonunda farklı bir seyir takip ettiği anlaşıldı. Bu durum, bir ırmağın yeryüzü şartlarına göre aynı hızlarda seyretmemesine benziyordu.

Zaman, mesela, ilk çağlarda genişleme gösterip durgun akabildiği gibi, asrımızdaki şekliyle de daha hızlı bir seyir takip edebiliyor. İlk çağlardaki iri hayvan ve bitkilerin, şimdikilere oranla on kat daha fazla yaşadıklarına bakılacak olursa, o çağlarda zamanın on kat daha yavaş aktığı söylenebilir. Bu durumda yaş hesaplamalarını, şimdiki zaman akışına göre yaklaşık (1/10) onda bir ölçüsünde küçültmek mantıklı olur. Buna göre Güneş Sisteminin dört milyar değil dört yüz milyon, hayat başlangıcının bir milyar yıl değil yüz milyon yıl önce ortaya çıktığı ve yüz bin yıl olduğu farz edilen insanlık tarihinin on bin yıl olduğu sonucu ortaya çıkar.

Cisimler hızlandığında ve ışık hızına yaklaştığında, mutlak sandığımız değerlerin bir bir değiştiğini gözleriz. Mesela ışık hızına çok yaklaşan birinin zamandaki seyri, bize göre on dört defa daha yavaştır. Yani o kişi bir yıl yaşadığında, biz on dört yaş almış oluruz. Bu hızda seyreden birinin sadece zamanı değil, boyu da değişikliğe uğrayarak yarıya iner. Ağırlığı ise üç misli artar. Diğer bir ifadeyle, ağırlığı 70 kg’dan 210 kg’a yükselen o kişinin elindeki metre yarı yarıya kısalmış, kolundaki saat ise yerdeki bir insana göre on dört defa daha yavaşlamıştır. O kişinin böyle bir saatle kâinatın geçmişini ve insanlığın tarihini ölçmesi halinde ulaştığı sonuçlar doğru olabilir mi?

Aynı şekilde yerdeki biri de, enerji dünyasını normal saat ve cetvelle ölçmeye teşebbüs ederse başarı elde edebilir mi? Maddi alemin çapını, kütle hesabını ve zamanını bu ölçülerle incelersek doğru sonuçlara ulaşamayız. Aynı hesaplamayı, enerji dünyasında yaşayan enerji-varlık cinlerden biri yapmaya kalkışsa, enerjinin ölçüleriyle maddi dünyayı ölçmeye çalışsa, doğru sonuçlar elde edemeyecektir.

Radyoaktif elementler, “yarı ömür” denen sırlı bir olayla, belli bir zaman sonra, esrarını bilemediğimiz bir şekilde enerji denen mahiyete çevrilir. Mesela bir kg. Uranyum, 1620 sene sonra yarım kiloya iner. Bu süre Uranyumun yarı ömrüdür. Maddenin bir şekli ve boyutu varken onun hamuru ve aslı olan enerjinin, boyutsuz ve zamansız dünyasının sırlarına henüz vakıf değiliz. Bildiğimiz bir şey, enerjinin ışık hızında olduğu ve maddeden tamamen farklı özellikler sergilediğidir.
 
Radyoaktif elementlerin belli bir zaman sonra yarıya inmesi, canlıların özellikle yakın geçmişleri ile ilgili ipuçları vermektedir. Ne var ki, biz, hesaplamaları hep madde konusuyla ele alıyoruz. Bu hesabı enerjinin ölçülerine göre yaparsak: Yani neredeyse ışık hızı dediğimiz ışık hızının yüzde doksan dokuz küsuru ile ele alırsak (Elektron gibi birçok atomaltı ve kozmik parçacıklar bu hızda seyrederler. Tabii ki bu hızda parçacık değil ışın halindedirler), hesaplarımızda düzeltme yapmak zorunda kalır ve kâinatın yaşının on altı-yirmi milyar yıl değil, bunun on dörtte biri olduğu sonucuyla karşılaşırız. Dünyanın yaşı ise dört milyar yıl yerine üç yüz milyon yıl bulunur. Yüz bin yıl önce ortaya çıktığına inandığımız insanlık tarihi ise, aniden yedi bin yıla iniverir.

Bu anlatılanları destekleyen meselenin bir başka yönü de, ivmeli bir artış gösteren dünyanın şu andaki nüfus miktarıdır. Eğer insanlık tarihinin on beş bin yıldan bu yana devam ettiği ve bu tarih boyunca ortalama ömrün hep yetmiş yıl olduğu kabul edilirse, dünya nüfusu yapılan hesaplamalara göre şimdi bir trilyon civarında olmalıydı. Şu andaki teorik anlayışa göre yüz binler yıl olduğu ileri sürülen insanlık tarihinin on beş bin yıldan daha kısa olması gerekiyor. Bu da kâfi gelmemekte, atalarımızın ilk zamanlar 600-1000 yıl gibi daha uzun ömürlü olduklarını kabul etmek durumundayız. Yüz  sene sonra dünya nüfusunun ne kadar olacağını tahmin edebileceğimiz gibi, aynı tahmini geriye doğru gittiğimizde, Hz. İsa (as) döneminde dünya nüfusunun iki yüz elli milyon kadar olduğu hesaplanıyor (Miller, C.Tyler. “Living In the Environment” Kaliforniya A.B.D. 1975). Dünya nüfusuna tesir eden veba gibi salgınlar ve savaşlarda ölenlerin ancak nüfusun yüzde bir buçuğuna tekabül ettiği kabul ediliyor. Bu durumda insanlığın ömrünün yüz binler yıl olduğu iddiası da geçerliliğini kaybediyor. Sadece nüfus artış hızı bile insanlığın ömrünün on bin bin yılı geçemeyeceğini gösteriyor.

Bugünkü tarih hesaplamalarında kullanılan metot, termodinamik soğuma gibi kaba bir metottur. Radyoaktif yarılanmaya dayanan hesaplama metodu ise, uzak zamanlar için doğru sonuçlar vermemektedir. Bu durumda en güvenilir ve doğru kaynak, Kur’an ve Hadislerin haberleri olmalıdır. Zaten ilmin doğru sonuçları ile Kur’an’a ait gerçekler birbiriyle her zaman mutabık kalmış, birbirini çürütmemiştir… Çünkü kâinat ve Kur’an, Allah’ın iki ayrı kitabıdır. Yeter ki her iki kitabı da doğru anlayalım ve yorumlamayı bilelim. Bazen görülen yanlışlıklar, yorumlayanların yetersizliğinden ileri gelmektedir.

Peygamberimiz (A.S.M.) “Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.” buyuruyor. Diğer bir hadisinde ise “Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek.” buyurmuş. Günün dörtte ya da beşte biri olan ikindiden akşama kadar ki vakti 1500 yıl kabul ettiğimizde, insanlığın ömrünün 6000 – 7500 yıl arasında olduğu ortaya çıkar. Diğer bir meşhur hadis rivayetinde ise bu açıkça ortaya konmuştur: “Adem’den kıyamete kadar insanlığın ömrü yedi bin senedir.” Görüldüğü gibi bu üç hadis birbirini teyit etmekte ve tamamlamaktadır. Muhbir-i Sadık olan Peygamberimizin (s.a.v.) ahir zamanla ilgili verdiği haberler bir bir çıkmaktadır. (bkz. Kenzu’l-Ummal, h.no: 16459; Tezkiretu’l-Mevduat, I/223.; Sahavî, el-Makasıdu’l-hasene (Deylemi’den naklen), I/693, h.no: 1243; Munavî Feyzu’l-Kadir, III/547; h.no: 4278 (Deylemi’den naklen)

Not: Aşağıdaki açıklamaları da okumanızı tavsiye ederiz:

 Kur’an’da insanlığın ve kainatın yaşı konusunda bilgi var mıdır?

Kur’an-ı Kerim’de insanlığın geçmişi ve kâinatın teşekkül zamanı ile alâkalı çeşitli âyet ve hadisler mevcuttur. Ancak, bunlarda mesele, ya işaret nev’inden nazara verilmiş, ya da teşbihlerle belirtilmiştir. Bu sebepledir ki, gerek Hz. Âdem’in ne kadar zaman önce yaratıldığı ve gerekse kâinatın yaşının ne olduğu hususunda değişik rivayetler söz konusudur.

Kur’an-ı Kerim’de göklerin ve yerin altı günde, arzın iki günde, bitki ve hayvanların ise dört günde yaratıldığı nazara verilir. (1)

Bir hadiste de, Allah’ın toprağı Cumartesi, dağları Pazar günü, ağaçlan Pazartesi, madenleri Salı, Nur’u Çarşamba günü, hayvanları Perşembe günü, Hz. Âdem’i de Cuma günü ikindi vakti sonunda yarattığı belirtilir. (2)

Cenâbı Hak, bir âyet-i kerime’de bir günün, bizim saydığımız günlerle bin yıl, bir başka âyette ise, elli bin yıl olduğunu nazara verir. Dolayısıyla burada “gün” tabirinden neyin anlaşılması gerektiği hususunda tam bir açıklık olmadığı için İslâm âlimleri arasında konuya farklı yaklaşımlar olmuştur. (3)

Uzayda her bir gezegen ve yıldızın hareketi farklıdır. Dünya kendi etrafında bir günde dönerken, Merkür bu dönüşünü, dünya günü ile elli sekiz buçuk günde yapar. Dünyanın güneş etrafındaki dolanımı bir yıl iken, Plüton’un güneş etrafında bir defa dönüşü iki yüz kırk sekiz yıldır. (4)

Konuya Risale-i Nur’un Yaklaşımı

Risale-i Nur’da göklerin ve yerin altı günde yaratıldığından bahisle, insan dünyası ve hayvan âleminin altı gün yaşayacağına, kâinatın ömrünün de bu paralelde olabileceğine işaret edilir. Kur’an’da bildirilen bin ve elli bin Kur’an gününü ise, asır ve seneleri temsil eden “devir” manasında ele alır. (5)

Kur’an hakikatlerinin hüküm ferma olacağı süre, Risale-i Nur’da, Hz. Muhammed’in (sav) kâinatın hem çekirdeği, hem de meyvesi olduğu, dolayısıyla Kur’an hakikatlerinin de, Hz. Âdem (as)’dan şimdiye kadar, silsile halinde peygamberlerin suhuf ve kitaplarında neşredilerek nihayette Kur’an suretinde tezahür ettiği belirtilir. Kur’an-ı Kerim’deki âyet sayısının 6666 olmasının, bir bakıma Kur’an-ı Kerim’in ne kadar süre hüküm ferma olacağının işareti kabul edilir.

Bediüzzaman, Hz. Âdem (as)’dan kıyamete kadar insanlık tarihinin, Kur’an günü ile yedi bin sene olduğunu belirten bir rivayete atfen, mutlak fetret devrinin bundan çıkarılmasıyla, 6666 senenin elde edildiğini, bunun da Kur’an âyetlerinin sayısına eşit bulunduğunu, dolayısıyla Kur’an hakikatlerinin de bu kadar süre hakim olacağını nazara verir. (6)

Fen bilimlerinin geçmişe bakışı, fen ve felsefenin insanlık tarihi ile arz ve kâinatın geçmişi hakkında ileriye sürdüğü değerler, yukarıda sözü edilenlerden oldukça farklıdır. İlk insandan günümüze kadar geçen süre, milyonlarca yıl olarak ele alınır. Bitki ve hayvanları içine alan ilk canlılığın iki milyar yıl önce teşekkül ettiği, arzın geçmişinin ise, dört milyar yıl olduğu kabul edilir. (7)

Bu yaş tayinleri günümüzde, paleontolojik, radyoaktif veya karbon on dört metotlarıyla, ya da ışık tayflarından faydalanarak yapılır. Hepsinin de sıhhat derecesi tartışmalıdır. Geçmişle alâkalı bu yaş tayinlerinin gerçek değerleri değil, nispi bir değeri verdiği kabul edilmektedir. Dolayısıyla, gerek insanın geçmişi, gerekse diğer canlıların, ya da kâinatın yaşı hakkında ileri sürülen değerlerin hakiki yaşı göstermediği bilinmektedir.

Nitekim son on-on beş yıla gelinceye kadar, kâinatın yaşı beş milyar yıl kabul ediliyordu. Şimdilerde, bazı araştırmacılar, uzaydaki galaksilerin yaşını on beş milyar olarak bildirirken, bazıları bunu otuz milyar yıla kadar çıkarmaktadır. (8)

Bediüzzaman, tarih, coğrafya, jeoloji ve antropolojik açıdan insanlık tarihinin yedi bin sene değil, yüz binler sene olarak ifade edildiği kabul edilse bile, bunun Hz. Âdem (as)’dan kıyamete kadar insanlık ömrünün yedi bin sene olduğunu belirten rivayete ve Kur’ani hakikatlerin 6666 sene hüküm ferma olduğuna ters düşmediğini belirtir. O, Kur’ani günlerin dört saatten elli bin seneye kadar şümulünün olduğunu nazara verir. (9)

Arzın, insanlık tarihinin ve kâinatın ömrü Risale-i Nurlarda; arzın, güneş sisteminin ve galaksinin ayrı ayrı hareketlerine dikkat çekilerek, Kur’an-ı Kerim’de bunların her birisine işaret edildiği belirtilir. Kur’an’da “Rabb-üş-şi’ra” tâbir edilen ve güneşten büyük “Şi’ra” namındaki bir güneşin bin seneden ibaret gününe, Şems-üş-Şümus’un elli bin seneden ibaret bir Kur’an gününün olabileceğine dikkat çekilir.

Bediüzzaman’a göre; kâinatın bir ömrü, arzın ondan daha kısa bir ömrü ve küre-i arzda yaşayan insanın da ondan daha kısa bir ömrü vardır. Bu birbiri içindeki mahlûkatın ömürleri, saatin dakika, saniye ve saatleri sayan çarklarının birbiriyle olan münasebetine benzetilir. İnsanlık ömrünün, arzın kendi ekseni etrafındaki hareketiyle hâsıl olan gün ile olduğu gibi, yeryüzünde canlıların ilk teşekkül ettiği andan kıyamete kadarki canlılık ömrünün ise, güneşin kendi ekseni etrafındaki hareketi ile kâinatın ömrünün de, Şems-üş-Şümus’un kendi ekseni etrafındaki hareketi ile meydana gelen gün ile olması gerektiği belirtilir.

Bir başka ifade ile insanlık ömrü yedi bin sene olduğu gibi, canlılık tarihinin ömrü de yedi bin sene, kâinatın ömrü de yedi bin senedir. Ancak, insanlığın ömrü arz günü, bitki ve hayvan ömrü ise güneş günü, kâinatın ömrü de galaksi günü esas alınarak ölçülmelidir. Bilindiği gibi arz, kendi ekseni etrafında dönüşünü yirmi dört saatte, yani, bir günde tamamlar. Güneş ise, bütün sistemiyle birlikte, Herkül takımyıldızına saatte 7200 km. süratte gitmekte ve aynı zamanda kendi ekseni etrafında da dönüş yapmaktadır. Güneş sistemini de içinde barındıran Samanyolu galaksisi ise, bir bütün olarak kendi ekseni etrafında saatte doksan bin km. hızla dönmekte ve bir defa dönüşünü iki yüz milyon yılda tamamlamaktadır. (10)

Canlıların ve kâinatın ömrü

Risale-i Nur’da sözü edilen “Şi’ra” güneşinin Herkül takımyıldızı, Şems-üş-Şumus’un da Samanyolu galaksisi olması muhtemeldir.

Bediüzzaman, insan dev’i ömrünün arz günü ile yedi bin sene olması durumunda, arzda hayatın başlamasından, yani bitki ve hayvanların teşekkülünden kıyamete kadar, güneş günü ile iki yüz bin sene, yaklaşık iki buçuk milyar arz günü olduğunu belirtir. Kâinatın yaşının da, Şems-üş-Şumus’un, Kur’an’ın işaretiyle bir gününün elli bin sene olduğu dikkate alınarak, yedi bin senelik sürenin, bir yıl 360 gün hesabiyle yüz yirmi altı milyar yıla tekabül ettiğine işaret eder. (11)

Hz. Âdem (as)’dan önce insan yaratılmış mıydı?

Cenab-ı Hak melâikeye; “Ben yerde bir halife yaratacağım” hitabına, melâike; “Yerde fesat yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın?” (12) mealindeki âyetten hareketle, bazı müfessirler ve yorumcular, Hz. Âdem’den önce de başka Âdemlerin mevcudiyetini ileri sürmektedirler.

Bediüzzaman ise, arzın, insanların hayatına elverişli şartlara sahip olmadan önce idrakli mahlûk olarak cinlerden bir nev’in bulunduğunu, yaptıkları fesattan dolayı insanlar ile mübadele edildiklerini belirtir. (13)

Hz. Âdem (as)’dan günümüze kadar geçen süre nedir?

Bu süreyi tam olarak vermek mümkün olmamakla beraber, takribi bir rakam söylenebilir. Yukarıda temas edildiği gibi, insanlık tarihinin, yani Hz. Âdem’den kıyamete kadar geçen sürenin yedi bin sene olarak alınabileceğini gördük.

Bediüzzaman, ahir zamana işaret eden; “La tezâlu tâifetün min ümmeti zâhirine alel hakkı, hatta ye’tiyallahu bi emrihi = Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır.” (14) hadisi ile Fatiha suresinden hareketle, Allahuâlem, 1545’te beşeriyet tarihinin sona ereceğini, sözü edilen hadis ve âyetten böyle anladığını belirtir. (15)

Bu durumda insanlık tarihinin Milattan sonra yaklaşık 2150 yıl, Milattan önce ise 4850 yıla kadar uzandığı söylenebilir. Demek ki, Hz. Âdem’in Milattan yaklaşık 4850 yıl önce yeryüzünde göründüğü anlaşılıyor. Bir hadiste Hz. Âdem’in dokuz yüz kırk sene yaşadığı belirtilir. (16)

Yazının icadı, Milattan önce 4000 seneye kadar geriye götürülebildiğine göre, Hz. Âdem’le, yani ilk insanla yazı başlamış olmalıdır. Gerçeği ve doğruyu ancak Allah bilir.

Sonuç

Bediüzzaman, hadis ve âyetlerden hareketle, insan nevi ve arzdaki canlı hayatı ile kâinatın ömürleri hakkında değerlendirme yapar. İnsanlık ömrünün dünya günü ile, canlı hayatının, güneşin kendi ekseni etrafındaki dönüş günü ile kâinatın ömrünün de Şems-üş-Şumus günü ile hesaplanması gerektiğini belirtir.

Arz günü ile düşünüldüğü zaman, insanlık nevinin yaklaşık yedi bin sene, arzda hayatın iki buçuk milyar sene, kâinatın da yüz yirmi altı milyar senelik ömrünün olabileceğine işaret eder.

Dipnotlar:
l- Hud/7; Furkan/59; Fussilet/9-12
2- Canan, l..Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi. Cilt 6, Akçağ Basım Yayın Pazarlama, Hadis no: 1692, s. 393, 1989, Ankara.
3- Hacc/47; Mearic/4
4- Taşkın, T. Uzay ve Ötesi. Boğaziçi Yayınları, ikinci baskı, 1-280, 1995.
5- Nursi, S.B. Sözler. Envar Neşriyat, s. 163, 1996, İstanbul.
6- Nursi, S.B. Barla Lahikası. Envar Neşriyat, s.324, 1989, İstanbul.
7- Tatlı, A. Evrim ve Yaratılış, ikinci baskı, s.44-45, 1998, Kütahya.
8- Tatlı, A. a.g.e. s. 31-41.
9- Nursi, S.B. Barla Lahikası. s. 325.
10- Taşkın, T. a.g.e. s. 56-59.
11- Nursi, S.B. Barla Lahikası, s.326.
12- Bakara/30.
13- Nursi, S.B. İşarat-ül İ’caz. Envar Neşriyat, s.201, 1991, İstanbul.
14- Buhari 9:125,162, Müslim:137,2:1522.
15- Nursi, S.B. Kastamonu Lahikası Envar Neşriyat, s.27-29, 1995, İstanbul.
16- Canan, İ. a.g.e. hadis no: 1699, s.393.

Prof. Dr. Âdem TATLI

Öğretmen Hattı

Yorum yapmak için tıkla

Bir Yorum Bırak

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bilim

2023 Kahramanmaraş depremi

Yayınlandı

tarihinde

2023 Kahramanmaraş depremi

2023 Kahramanmaraş depremi , 6 Şubat 2023’te Türkiye’nin güneyini Suriye’nin kuzeyinden ayıran sınır yakınında meydana gelen 7.8 büyüklüğündeki depremdir.

7,8 büyüklüğündeki deprem, Türkiye’nin Kahramanmaraş kentinin güneyinde meydana geldi . Bunu 12 saatten kısa bir süre sonra, merkezi şehrin kuzeyinde 7,7 büyüklüğünde bir artçı şok izledi. Bu yıkıcı sismik olaylar nedeniyle 50.700’den fazla kişi öldü, 107.000 kişi de yaralandı; bu depremler aynı zamanda Türkiye’nin güneyindeki ( Gaziantep , Antakya ve Adana dahil ) ve Suriye’nin Halep ilindeki ( Halep dahil) birçok başka şehre de ağır hasar verdi . Depremler Mısır’dan Yunanistan’a , Ermenistan’dan Irak’a kadar hissedildi .

Deprem

7.8 büyüklüğündeki deprem yerel saatle 04.17’de meydana GELDİ . Merkez üssü Kahramanmaraş’ın yaklaşık 24 km (15 mil) güneyinde ve Türkiye’nin güney-orta kesiminde, Gaziantep’in yaklaşık aynı uzaklıkta kuzeybatısındaydı. Depremin odağı yüzeyin yalnızca 10 km (6,2 mil) altında meydana geldi. Ana şoku yaklaşık 11 dakika sonra aynı yerde 6,7 büyüklüğünde bir artçı sarsıntı izledi. Yaklaşık dokuz saat sonra, Kahramanmaraş’ın 48,3 km (yaklaşık 30 mil) kuzeybatısında ve Elbistan şehrinin yaklaşık 32 km (20 mil) güneyinde saat 13: 24’TE ikinci büyük sismik olay olan 7,7 büyüklüğünde bir artçı sarsıntı meydana geldi . İlkinden daha derindi ve yüzeyin 12 km (7,5 mil) altında odaklanıyordu.

2023 Kahramanmaraş depremi

Bu büyük sismik olayların her ikisi de , Türkiye’nin güneydoğusunu kesen ve Arap ve Avrasya tektonik levhalarını ayıran Doğu Anadolu Fay Bölgesi içinde meydana geldi. Anadolu Plakası adı verilen daha küçük bir levha, güneyde Doğu Anadolu Fay Zonu ve Türkiye’nin Karadeniz kıyısı boyunca uzanan Kuzey Anadolu Fayı ile sınırlanmıştır. Anadolu ve Arap levhalarının sınırında, Arap Levhası yılda yaklaşık 16 mm (1,9 inç) hızla kuzeye doğru hareket ederek, Anadolu Levhasını yavaş yavaş batıya doğru iten yatay bir sıkıştırma bölgesi yaratıyor. Doğu Anadolu Fay Zonu doğrultu atımlı faylardan ( kaya kütlelerinin birbirinin üzerinden geçtiği faylardan) oluşur . Depremin odak noktasında, fayın düzlemi neredeyse dikeydi ve basınç kuvveti, fayın bir tarafındaki kaya kütlesinin yaklaşık 300 kilometrelik (185 mil) bir yol boyunca yaklaşık 8 metre (26,2 feet) kaymasına neden oldu. ) ön. 7,7 büyüklüğündeki artçı sarsıntı, daha kuzeydeki Çardak ve Doğanşehir fayları boyunca meydana geldi ve 180 kilometrelik (112 mil) bir cephe boyunca zemini 11 metreye (36 feet) kadar kaydırdı.

Zarar

Model tahminlerine göre yaklaşık 350.000 kilometrekarelik (140.000 mil kare) bir alanı kapsayan deprem bölgesinde hasar çok büyüktü. Bazı tahminlere göre, birkaç milyonu evsiz kalanlar da dahil olmak üzere 9,1 milyon kadar insan depremden doğrudan etkilendi. Türkiye’de deprem nedeniyle yaklaşık 46.000 kişi hayatını kaybederken, en çok etkilenen bölgeler sırasıyla 21.900 ve 12.600 kişinin öldüğü Hatay ve Kahramanmaraş oldu. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), yaklaşık 280 bin binanın ağır hasar gördüğünü veya yıkıldığını, 710 bin binanın da ağır hasar gördüğünü kaydetti.

Türkiye’nin kuzeyindeki depremlerle karşılaştırıldığında, güneydeki 6 veya daha büyük büyüklükteki depremler 1970’ten bu yana nadir görülüyor; bu durum muhtemelen bu dönemde bölgede kalitesiz inşaatlara ve inşaat düzenlemelerinin zayıf uygulanmasına katkıda bulunuyor . Kahramanmaraş’ın merkezinde bu tür inşaat aksaklıkları açıkça görülüyordu: apartman blokları ve ofis komplekslerinde bulunanlar da dahil olmak üzere sekiz katlı çok sayıda yapının zemini yassılaşmış ve çökmüştü. Nurdağı’ndaki evlerin yüzde 50’si, Sakçagözü’ndekilerin ise yüzde 90’ı olmak üzere kent merkezlerinin dışında bölge genelinde on binlerce ev çöktü ya da ağır hasar gördü.

Depremin yaralarının sarılması ve kurtarma çalışmaları

Felaketin büyüklüğü tüm dünyayı şaşkına çevirmiş, deprem ve artçı sarsıntıları takip eden günlerde 95 ülke Türkiye’ye tıbbi malzeme, iş makinesi, arama kurtarma ekibi ve mali kaynak sözü vererek yardım teklifinde bulunmuştu. 8 Şubat itibarıyla Türkiye’de çöken binalardan yaklaşık 8.000 kişi kurtarıldı ve sonraki iki hafta içinde hayatta kalan birkaç kişi de enkazdan çıkarıldı. İlk yardım konvoyları, Batılı hükümetlerin ve BM’nin lojistik düzenlemeler yapmaya başlamasının ardından 9 Şubat’a kadar Suriye’ye girmedi . Bu gecikme kısmen, Suriye hükümetinin protestoculara ve muhalif gruplara karşı 2011’de başlayan ve 2020’lere kadar devam eden bir iç savaşı acımasızca yürütmesi nedeniyle, Arap Birliği de dahil olmak üzere uluslararası toplumun çoğu tarafından ülkenin dışlanmış olarak görülmesi nedeniyle gerçekleşti.

Felaketi takip eden günlerde Türk Basını

Recep Tayyip Erdoğan , depremzedeler de dahil olmak üzere birçok vatandaş tarafından hükümetinin deprem bölgesine yardım ve çadır ve diğer malzemelerin ulaştırılmasında gecikmeler nedeniyle eleştirildi; hatta bazıları onun istifasını bile istedi. Hükümet yetkilileri, bina çökmelerinden sorumlu olduğu düşünülen inşaat müteahhitlerinin soruşturulduğunu ve tutuklandığını belirterek yanıt verdi ve Erdoğan, hükümetinin bir yıl içinde yıkılanların yarısını karşılamaya yetecek kadar 319.000 yeni konut teslim edeceğine söz verdi. Mart ayı itibarıyla Türkiye ve Suriye’ye verilen uluslararası mali yardım taahhütlerinin toplamı 7,5 milyar doları aştı ve bunun büyük çoğunluğu Avrupa Birliği’nden geldi . ABD ve Çin sırasıyla 185 milyon dolar ve 6 milyon dolar bağışta bulundu. Bu cömertliğe rağmen, Türkiye ve Suriye’nin depremden zarar gören kısımlarını yeniden inşa etmenin maliyeti , Dünya Bankası’nın 35 milyar dolarlık tahmini ile Türk hükümeti ve BM Kalkınma Programı’nın toplam 100 milyar dolarlık tahmini arasında değişen , çok yüksek bir maliyetti.

 

Okumaya Devam Et

Bilim

Gezegen Halkası Nedir? Nasıl Oluşur?

Yayınlandı

tarihinde

Gezegen halkası , bir gezegenin ekvatorunun etrafında dönen parçacıkların ve daha büyük nesnelerin disk benzeri bir topluluğu.

Güneş sistemindeki halkalar

Güneş sistemindeki gezegen halkaları gaz gezegenlerinin etrafında oluşur: Jüpiter , Satürn , Uranüs ve Neptün . Bu halkalar bileşimleri ve boyutları açısından farklılık gösterir. Halkalar ayrıca bazı cüce gezegenlerin ve gezegen olarak kabul edilemeyecek kadar küçük cisimlerin çevresinde de bulunur.

Satürn ve halkaları

Satürn ve halkaları

Satürn’ün halkaları ilk kez 1610’da Galileo tarafından gözlemlendi . Ancak teleskopu halkaları ayırt edecek kadar güçlü değildi. Aksine, Satürn arka arkaya üç nesne gibi görünüyordu; merkezi nesne diğer ikisinden daha büyüktü. 1655 yılında Hollandalı gökbilimci Christiaan Huygens daha iyi bir teleskop kullanarak Satürn’ün bir halkası olduğunu gördü. Satürn’ün kaya , buz ve tozdan oluşan halkaları en iyi incelenen gezegen halkalarıdır.

Satürn'ün üç ana halkası

Satürn’ün üç ana halkası

Satürn’ün halkaları çok geniştir, gezegenden dışarı doğru yatay olarak 282.000 km (175.000 mil) boyunca uzanır, ancak çok incedirler; bazı yerlerde yukarıdan aşağıya yalnızca 10 metre (33 feet). Bu halkaları oluşturan nesneler çok küçük parçacıklardan kilometrelerce çapa sahip kümelere kadar çeşitlilik gösterir . Üstelik halkaların dikey yüksekliği de aynı değil; hatta bazı büyük nesneler halkanın üzerine gölge düşürüyor.

Neptün

Neptün

Diğer üç büyük gezegenin halkaları Satürn’ünkinden çok daha dardır ve 20. yüzyıla kadar görülememişti. Uranüs’ün halkaları, 1977 yılında gökbilimcilerin bir yıldızın halkaları önünden geçerken kararmasını gözlemlemeleri tarafından keşfedildi. Jüpiter’in halkası 1979 yılında Voyager 1 uzay aracı tarafından keşfedildi. Neptün’ün halkaları ilk olarak 1984’te kararan bir yıldızın içinden gözlemlendi ve daha sonra 1989’da Voyager 2 tarafından doğrulandı.

Kompozisyon ve oluşum

Gezegensel halkaları oluşturan malzemeler genellikle toz, kaya ve çeşitli büyüklükteki buzlardan oluşur, ancak gezegensel halkaların yapısı aynı değildir. Gezegenler arasında, halkalar arasında ve bir halkanın içinde farklılıklar meydana gelir ve halkayı oluşturan malzemeler zamanla değişebilir. Bilim adamları, malzemeleri gezegen halkalarının içine, içine ve dışına taşıyan yeni aktivite türlerini tanımlamaya devam ediyor.

Satürn'ün uyduları: Enceladus

Satürn’ün uyduları: Enceladus

Halkaların geçici olduğu düşünülüyor ve zamanla nesneler arasındaki çekim kuvveti , onların ana nesneye düşmesine veya yörüngede uydu veya küçük ay olacak daha büyük bir nesneye dönüşmesine neden olabilir . Örneğin Satürn’ün halkaları yalnızca birkaç yüz milyon yaşındadır. Halkaların malzemesi Satürn’e düşüyor ve halkaların yalnızca birkaç yüz milyon yıl daha dayanması bekleniyor.

Gezegen halkalarının maddi yapısı da zamanla değişebilen dinamik bir özelliktir. Örneğin Cassini misyonu, bazı parçacıkların uydular tarafından kaybolduğunda halkalara katıldığını belgeledi. En önemlisi, Satürn’ün uydusu Enceladus’un yüzey altı okyanusundan fırlatılan buz, gezegenin dağınık E halkasının kaynağıdır.

Gezegen halkaları, bir gezegenin Roche sınırı içinde oluşur ; bu, gelgit kuvvetlerinin bir uydu nesnesini ayırabileceği bir gezegenden uzaklıktır. Roche limiti her gezegenin büyüklüğüne göre farklılık göstermektedir. Gezegenin yarıçapı ile doğrusal olarak ve gezegenin yoğunluğunun uydunun yoğunluğuna oranının küp kökü olarak artar . İlginç bir şekilde, bilim insanları Neptün ötesi nesne Quaoar’ın çevresinde, ana nesnenin Roche sınırının dışında olan iki halka keşfettiler; bilinen diğer tüm gezegen halkaları Roche sınırının içindedir. Bu bulgulara dayanarak bilim insanları, belirli elastik özelliklere sahip malzemelerin, gezegenin Roche sınırının ötesinde halkalar oluşturabileceğini öne sürüyor.

Gezegensel halkalar, bir gezegenin yakınında, bir kuyruklu yıldız veya bir asteroit ile gezegen arasındaki, bir ay ile başka bir nesne arasındaki veya gezegen oluşumunun orijinal süreci sırasındaki çarpışmalar nedeniyle büyük miktarda küçük parçacıklar ve nesneler üretildiğinde de oluşabilir . Bilim adamları ayrıca , yakınlardan geçen bir kuyruklu yıldızın gelgit etkisiyle gezegenlerin yakınında küçük nesne sürülerinin oluşabileceğini düşünüyor .

Gezegen halkaları bir gezegenin ekvatorunda oluşur. Bir gezegenin dönüşü ekvatorun hafifçe şişmesine neden olur ve bu da nesnelerin yörüngede dönme ihtimalinin en yüksek olduğu düzlem haline gelir. Genel olarak, halkaları oluşturan nesneler, dikey hareketin yatay yörünge hareketine göre son derece sınırlı olduğu bir sürü halinde yörüngede dönerler. Bu nedenle halkalar dikey olarak çok incedir.

Okumaya Devam Et

Bilim

DNA ve RNA Arasındaki Fark Nedir?

Yayınlandı

tarihinde

DNA ve RNA Arasındaki Fark Nedir?

Deoksiribonükleik asit (DNA) ve  ribonükleik asit (RNA), hücrelerin ve dolayısıyla organizmaların tüm kalıtsal özelliklerini kontrol eden karmaşık moleküler yapılardır . DNA yaşamın ana planıdır ve serbest yaşayan tüm organizmaların genetik materyalini oluşturur. RNA, hücrelerde sentezlenen proteinlerin yapısını kodlamak için DNA’yı kullanır ve aynı zamanda bazı virüslerin genetik materyalidir.

İki yapı arasında çeşitli kimyasal farklılıklar vardır. Deoksiribonükleik asit adından da anlaşılacağı gibi , DNA’nın molekülün “omurgasında” deoksiriboz olarak bilinen bir şeker bulunur . Ribonükleik asit (RNA), riboz olarak bilinen biraz farklı bir şekere sahiptir . Her ikisi de nitrojen bazlı özel “yapı taşı” molekülleri olan dört nükleotidin kombinasyonlarından oluşur  . DNA, adenin, guanin, sitozin ve timin nükleotitlerinden oluşan uzun zincirlerden oluşur. RNA’da timin yerine urasil yer alır. Bu nükleotidlerin düzeni ve desenleri genetik kodu oluşturur .

Fiziksel olarak DNA, iki DNA ipliğinin birbirine dolandığı çift sarmal şeklinde yapılandırılmıştır, RNA ise tek iplikli olarak yapılandırılmıştır.

 

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar